PKK fesih kararı aldı: Neden ve nasıl?
Ekim 2024'te Devlet Bahçeli'nin girişimiyle başlayan süreç, Öcalan'ın çağrısıyla devam etti, PKK'nın kendini feshetme ilanıyla devam ediyor. Elimizde ne var, bakalım.
Gazetecilik kariyerimin büyük kısmını Türkiye’deki Kürt çatışmasını izleyerek geçirdim. Devlet ile PKK arasında 2013-2015 yılları arasında yürütülen -ve kamuoyuna açık tek barış sürecini- de yakından takip ettim. Süreç çöktüğünde, siyasi mimarisini ve onu sona erdiren dinamikleri anlatan bir kitap da yazdım.
O günden bu yana, Türkiye her geçen gün otoriterliğe daha da derinden sürüklenirken, PKK’nin bir gün kendini feshedeceğine dair inancım yoktu. Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’nin beklenmedik (şoke edici daha doğru bir tanım aslında) Öcalan çıkışının da sekiz ay gibi kısa bir sürede bu noktaya geleceğini tahmin etmemiştim. 12 Mayıs 2025 beni, uzun süredir ilk defa iyi manada, şaşırttı.
Peki buraya nasıl geldik? Yakından takip etmeyenler için kısa özet faydalı olabilir.
Suriye Dönüm Noktası
On yılı aşkın süredir savunduğum bir tez var: Kuzeydoğu Suriye’de PYD-YPG’nin yükselişi, Kürt meselesini bölgesel ölçekte ve kökünden dönüştürdü. Bugün Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adıyla anılan bu yapı, ideolojik ve stratejik olarak PKK ile aynı teorik hamurdan - Öcalan tarafından- yoğrulmuş, farklı coğrafyalarda pişmiş diyelim.
Suriye’de iç savaş çıktıktan sonra PKK ile PYD-YPG’nin hedefleri giderek birbirine yaklaştı. PKK’nın önceliği de Türkiye’den silahlı mücadeleden Rojava’ya kaydı.
İşte bu hedeflerin örtüşmesi Ankara’nın kırmızı çizgilerinden birine çarptı. 2013-2015 barış süreci, Türkiye’nin güney sınırında özerk bir Kürt bölgesine tahammül edememesi nedeniyle çöktü. Ardından Kürt şehirlerinde PKK’nin gençlik yapılanması ile güvenlik güçleri arasında yıkıcı bir şehir savaşı yaşandı. Sonra büyük bir tasfiye dalgası geldi: Kürt siyasetçiler topluca tutuklandı; aralarında Selahattin Demirtaş da vardı. Barışın dili yerini yok sayma diline bıraktı.
Dönüm noktası o zaman da, şimdi de Rojava oldu. PYD-YPG kontrolündeki fiili Kürt bölgesinin doğuşu, önceki 2013 sürecinin çökmesine yol açan sebeplerden en önemlisiydi. Devlet Rojava kırmızı çizgimizdir, sonradan edindiğimiz İmralı notlarına göre Öcalan da devlet heyetiyle görüşmelerinde Rojava kırmızı çizgimizdir demişti. İki kırmızı çizgiden barışa yol çıkmıyor malum. 2015’te süreç çöktü. On yıl sonra aynı coğrafyada, aynı aktörlerin tetiklediği gelişmeler süreci yeniden canlandırdı.
Şubat sonunda Öcalan çağrısını yaptı: PKK kongresini toplamalı ve feshetmeli.
Öcalan’ın çağrısından sonra 40 günlük bir duraklama oldu.
Ardından yeni bir sarsıntı: Ana muhalefet partisi CHP’ye yönelik büyük bir operasyon. Aralarında cumhurbaşkanı adayı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da olduğu çok sayıda belediye başkanı tutuklandı. Bu tutuklamalar ülke çapında protestolara yol açtı ve Türkiye’nin kalan demokratik iskeletini de sarstı. Ayakta mı kemik yığını olarak yerle yeksan mı şu an bilemiyoruz. Fakat süreç Nisan ayında Erdoğan, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve 2013 sürecinin de kilit isimlerinden AKP Başkan yardımcısı Efkan Ala, DEM Parti heyetiyle görüştü.
PKK’nin fesih açıklaması bu görüşmeden kısa süre sonra geldi.
Kutlama Değil, Şüphe
PKK’nin fesih haberi Türkiye’de büyük bir ihtiyat ve kuşkuyla karşılandı. Haksız da sayılmazlar.
Türkiye yirmi yıldır yolsuzluk ve otoriterlik sarmalındaki bir parti tarafından yönetiliyor. Ülkenin lideri, en büyük rakibini hapse attı ve tüm demokratik denetim mekanizmalarını boşalttı. Böyle bir ortamda bu denli köklü bir çatışmanın gerçek bir reformla çözülebileceğine inanmak zor. Gerekli malzeme yok: Ne zihniyet değişimi, ne siyasi irade, ne kurumsal garanti.
Bu yüzden kuşku hakim. Özellikle CHP seçmeninde. Ama pek çok Kürt yurttaş da soruyor: Son sürecin kanla bittiği günden bu yana ne değişti? Neden şimdi? Perde arkasında hangi hesap var?
Bu korku irrasyonel değil. Gazeteciler, akademisyenler, milletvekilleri ve belediye başkanları hâlâ tutuklanma tehdidi altında yaşıyor. Ya da çoktan hapisteler.
Bu Süreci Asıl Ne Tetikledi?
Tüm bu sekiz-dokuz aylık açık temas süreci, 52 yıllık bir silahlı örgütün gönüllü olarak sona erdirilmesiyle sonuçlandı. Yalnızca bu zaman çizelgesi bile çok şey söylüyor. Bu kadar hızlı ve ani bir süreç, PKK meselesini çözme yönündeki aciliyeti yansıtıyor.
Peki neden bu kadar acil? Bu ne acele?
Çünkü hem Ankara hem Öcalan bölgesel bir dönüm noktasına gelindiği konusunda hemfikir. 7 Ekim’den bu yana Orta Doğu’daki eski düzenin bozguna uğradığına inanıyorlar. PKK’nin feshi bu bağlamda yalnızca Türkiye’nin iç barışıyla değil, daha büyük bir bölgesel istikrarsızlığın önüne geçmeyle ilgili değil. Hem devletin hem Kürt hareketinin yaptığı bir kendini koruma ve ‘ittifak’ hamlesi bu.
Genelde bu tür “büyük resim” açıklamalardan kaçınırım. Çoğu zaman devletlerin iç dinamiklerini basitleştirir, komplo teorisine kayar. Hiç sevmem. Ama bu durumda bölgesel yeni düzen yalnızca bir arka plan değil, vallahi motorun ta kendisi.
Ve Bahçeli gibi bir ismin bu sürecin yüzü olarak ortaya çıkmasını da bu bağlam açıklıyor. Bu süreci Türkiye’nin güvenlik ve istihbarat bürokrasisinin başlattığına ve yürüttüğüne dair ciddi emareler var. Akla da yatkın.
Ankara’nın temel motivasyonu, Suriye Kürtleri üzerinde yeniden nüfuz kurmak için Öcalan’ın etkisini devreye sokmak. Bahçeli’nin sürece dahil olması, özellikle istihbarat ve güvenlik bürokrasisinde belirleyici kesimlerin Kürt meselesinin artık ertelenemeyeceği kanaatine vardığını gösteriyor. Bu bir zorunluluk.
İnanın ya da inanmayın, devlet içinde bir klik, Türkiye’nin iç kırılganlıklarını açık bir cephe olarak görüyor. Ve bu cephenin İsrail ve belli ölçüde İran gibi rakipler tarafından kullanılabileceğini düşünüyor. Onlara göre, 7 Ekim sonrası Orta Doğu’nun eski jeopolitik iskeleti çöktü. Türkiye, bölgesel bir bataklığa çekilmeden önce yumuşak karnını sağlamlaştırmalı.
Unutmayalım: Erdoğan, Beşar Esad düşmeden aylar önce İsrail tehdidini yüksek sesle ve sık sık dile getirmeye başlamıştı. İsrail’de son dönemde yayınlanan ve IDF’e tavsiyeler içeren bir rapor (Nagel Komitesi raporu) da Türkiye’yi hem bölgesel rakip hem de tehdit olarak konumluyor, hatta Türkiye’yle potansiyel bir savaştan söz ediyordu. Ankara da -Suriye’deki gelişmeleri de göz önünde bulundurarak- bu yeni düzende hem bir boşluk hem de bir tehdit görüyor. Özellikle de İsrail destekli bir Suriye Kürt yapısının sınırında belirme ihtimalini görüyor.
Bu çerçevede Kürt hareketi, dış aktörlerle (şimdilik İsrail gibi okunmalı) değil, Türkiye ile hizalanmaya teşvik edilmiş oluyor.
Zaten Bahçeli ve Öcalan’ın son açıklamalarına bir söylem analizi yapsak, tekrar eden bir ifadenin öne çıktığını görürüz: “Türk-Kürt ittifakı.” Bana göre mevcut stratejinin kalbi bu. Mesele seçim değil. Yeni bir Orta Doğu düzeni.
Elbette bazı kesimler, Erdoğan’ın 2028 öncesi Kürt oylarının peşinde olduğunu veya yeni bir adaylık için anayasal manevra aradığını söylüyor. Yalnız bu benim tam kafama yatmıyor. Pratik olarak yatmıyor. Çünkü, en başta, Erdoğan 2013-2015 dönemindeki süreçte deneyimledi ki böyle bir süreç AKP’ye değil HDP’ye yaramıştı. Bu kez Erdoğan’a yarayacağına dair hiç bir garanti yok. Zaten kendisi de böyle bir beklentisi varmış gibi davranmadı başından beri. Türkiye’de (ve aslında her yerde) seçimler eşit olmayan şartlarda gelişse bile düz bir takasın tarafı olamaz çünkü bilinmez. Sürprizli.
Ha bu, DEM Parti’nin bir noktada AKP ile anayasal bir mutabakata katiyen varmaz demek mi? Denmez. Onu zaman gösterir. Öte yandan Kürt hareketinin Türkiye’de bir daha seçim yapılamaz, Erdoğan’ın sonsuza kadar başkan yapılacağı bir düzenlemenin paydaşı olacağına inanmıyorum. Tam tersini düşündürecek bir sicilleri ve sofistike bir siyasi anlayışları vardır. Zaten Erdoğan şu tarih itibariyle böyle bir anayasal destek pazarlığını da yapmış olduğunu sanmıyorum. Diyesim şu: Sürecin asıl motoru bu değil. Bunu iç politik pazarlığa indirgemek, jeopolitik ormanı görmezden gelip ağaçlara takılmak olur.
Demokrasi Olmadan Barış Mümkün mü?
Bu, 50 yıllık bir çatışma. Çözümü sadece bir ateşkesle olmaz. Siyasi reform lazım. Kurumsal dönüşüm lazım. Toplumsal yüzleşme lazım. Yasaların değişmesi, suçların soruşturulması, toplumların yaşadıkları ve bazen de başkalarına yaşattıkları şiddetle yüzleşmesi gerekir.
Ama konuştuğum Kürt hareketi temsilcilerinden hiçbiri bu hükümetten böyle bir dönüşüm beklemiyor. Şimdilik gördükleri şey, bir başlangıç. O kadar.
Ve bence beklentilerimizi buraya sabitlemeliyiz: Bu, şu an için taktiksel bir süreçtir.
Ama tarih gösteriyor ki, otoriter rejimlerde de, iki tarafı da demokratik olmayan aktörler tarafından da, çatışma çözümünün ilk adımları atılabilir. İrade ortaya konduktan sonra pekala teknik hatlar çizilebilir, silahsızlanma, tasfiye ve entegrasyon (DDR: disarmament, demobilization, reintegration) koreografisi yapılabilir. Zaten olan iş bu.
Kürt meselesi nihayetinde siyasi bir meseledir. Çözümü, Türkiye’de Kürtlerin eşit kültürel ve siyasi haklarını tanıyan yeni bir anayasal sözleşme gerektirir. Bu aşama yarın gelmeyecek. Belki yıllarca gelmeyecek.
Ama ilk adım atılmazsa hiç gelmeyecek. Ve tüm eksiklerine rağmen, bu adım o olabilir. Diye düşünmeyi çok istiyorum.
Peki bundan Sonra Ne Olacak?
PKK kendini feshederken aslında sürecin devamı için bazı şartlar da sundu.
Bu sürecin sağlam ilerleyebilmesi için fiili çözümler değil, resmi, kağıda ve kanuna dökülmüş değişikliklere talep ediliyor. Öcalan’a süreçte daha aktif rol oynayabilmesi için bir ortam (nasıl nedir bilemiyorum), hasta ve yaşlı mahpuslara serbestiyet, silah bırakan ve suça bulaşmamış kişilere yeniden entegrasyon çerçevesi.
Ama ayrıntılar henüz belirsiz. Adalet Bakanı Tunç bu soruya cevap vermemek için elinden geleni yapıyor.
Bu aşama neredeyse tamamen istihbarat ve güvenlik kurumları tarafından yürütülüyor ve doğal olarak zaman çizelgesi de şeffaf değil. Bildiğimiz şu: Haziran’da MİT’in silahsızlanma sürecini denetlemeye başlaması bekleniyor.
Ama sonuç olarak PKK yöneticilerinden Duran Kalkan’ın ifadesiyle: “Geri dönüşü zor bir sürece girilmiştir. Bugün artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki, PKK dönemi özgürlük yürüyüşü içinde bitmiştir. Yeni bir dönem başlamıştır: Barış ve Demokratik Toplum Dönemi.”
Sabotaja Açık Bir Süreç
PKK’nin 12. Kongre belgesi çarpıcı bir satırla bitiyor. “Uluslararası güçleri, bu çatışmanın demokratik çözümüne engel olmamaya çağırıyoruz.” Bu, bir ricadan çok, üstü örtülü bir uyarı kanımca.
1990’lardan bu yana, Türkiye ile PKK arasında yapılan neredeyse her müzakere girişimi bir provokasyonla kesildi. Bir suikast. Bir kopuş.
2013’teki son süreç başlarken, üç PKK üyesi Paris’te suikaste uğradı. Biri, PKK’nın kurucu figürlerinden, Öcalan’ın yakın yol arkadaşlarından Sakine Cansız’dı. Gerçek failler hâlâ bulunamadı ama siyasi mesaj çok netti.
Bu kez de tehdit gerçek ve de çok yönlü.
En açık adaylar İsrail ve İran. Her ikisi de Kürt sorununu çözmüş, Suriye’de daha etkin bir Türkiye’yi tercih etmiyor. İsrail’in sürekli - neredeyse haftalık bazda- Suriye’deki Kürt oluşumuyla irtibat halinde olduğunu duyuyoruz.
Ama dış aktörler tek tehdit değil.
Sabotaj Türkiye’nin derin devletinden (şu anda kim ve ne ise) de gelebilir ya da PKK’nın kendi içinden. Örgüt içinde herkes ikna olmuş, her seviye ve fraksiyon hizalanmış değil. Bu yüzden zaten PKK üst yönetimi, Öcalan’ın süreci bizzat yönetmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor. Orta ve alt kadroların konsolidasyonu, beyanın uygulamaya dönüşebilmesi için şart. Çünkü “PKK feshedildi” demek başka şey, gerçekten feshetmek, silahları teslim etmek vesaire başka şey takdir edersiniz ki.
Ve bunun düzgün işlemesi için tüm tarafların—devlet, PKK, arabulucular—yüksek bir dikkat ve temkinle le hareket etmesi gerekecek.
Dediğim gibi bu uzun, kırılgan ve tuzaklarla dolu bir yol. Ama umarım tutar. Bu cephede bir başarısızlığı daha kaldıracak takatimiz yok.
**Yazının orijinali bu Substack’in ana sayfasında, aynı gün yayınlandı.